4 Ocak 2009 Pazar

Yemek..


2009'un ilk yazısına hoşgeldiniz efendim. Başlığı ve yukarıdaki çizimi görünce tahmin edebileceğiniz gibi bugünkü konumuz yemek. Nasıl yemek? Çok yemek. Okuduğunuz iki satırlık kısmı yazdıktan sonra yurdun kantinine inerek tıkınacak bir şeyler almam bile bu konuda yazacaklarımı az çok gözler önüne seriyor. Şu hayatta en çok nelerden zevk alırsın deseler; ilk sıraya yemek yemeyi, ikinci sıraya da uyumayı hiç tereddütsüz koyacak bir dallamayım.

Arkadaş sabah kahvaltısında bir ekmek yenir mi? Bir dilim, bir parça değil efendiler; bildiğiniz "bir adet ekmek". Ben böyle bir çocuktum. Sabah bakkala gidilir, iki ekmek alınırdı. Biri benim içindi, diğerini de diğer aile fertleri aralarında paylaşırlardı. Yok lan abartmayayım, her sabah bir ekmek yiyecek kadar öküz değildim; ama haftada en az bir kez yapardım bu kutsal ayini. Ekmekle yediğim şeyin de "Şokella" olması durumun vahametini gözler önüne seriyor. Zaten bu blogdaki ilk yazının başlığının "Şokella sektörü.." olması tesadüf olmasa gerek.

Bu kötü günler "kısmen" geride kaldı diyebilirim. Hani en azından bir ekmek yemiyorum. Ama hâlâ yakamı "Albeni", "Rodeo", "Probis", "Biskrem", "Hanımeller" gibi kavramlardan kurtarabilmiş değilim. Burada bozuk parayla çalışan abur cubur otomatları olduğu sürece de kurtaramayacağım aşikar. Cüzdanımda bulduğum her bozuk parayı "Ehihe yüüz, iki yüüz, iki yüz elliii." diye sayarak bu aletin kollarına bırakıyor, şuursuzca yemeyi sürdürüyorum.

Hani yersin, genç çocuksun, olur böyle şeyler. Ama insan olan ne yapar? Atalarımızın icat ettiği güzide spor dallarından kendine uygun bir tane seçer, o doğrultuda çalışmalar yapar, yiyerek aldığı kalorileri bir nebze olsun yakar. Di mi ama? Ancak sportif faaliyetlerde yaşadığım hüsranları da bilen bilir. Hâl böyle olunca vücuttaki yağ oranının artışı da kaçınılmaz oluyor. 

Bende de artıyor tabii ki bu yağ oranı. Yukarıda görebileceğiniz gibi size banyomun kapılarını da açtım. Bu "yağ artışı" ile insanın en trajik yüzleşmesi banyoda oluyor. Bendeniz genelde banyo yaparken hep bunları düşünür, hayallere dalarım. "Oha lan göbeğe bak.", "Ohaa.", "Of." gibi iç sesler suyun şırıltısına karışır, ben hüzünlenirim. Çıkarım banyodan, incelerim bir süre vücudumu. Bazen bu hislerimi annemle paylaşıyorum, "Oğlum yukarıdan bakınca herkes öyle gözükür." diye acımasızca kandırıyor beni. 

Bu gerçeklerle yüzleşince de ara sıra birtakım kararlar alırım. "Evet. Artık sağlıklı besleneceğim. Ekmek yok! Çokella, bokella gibi tatlılar yok! Spor yapacağım! Koşacağım! Yürüyeceğim!". Daha sonra 1 (Bir) gün süreyle bu kararlarımı hayata geçiririm. "Elma" falan yerim, yürürüm, kendimi o kadar güzel kandırırım ki bu tatlı rüyadan uyanamam. Sonra ertesi gün, hatta belki de o günün akşamı- dost meclislerinde yemek sofrasına otururuz. "Ulan şimdi yiyeyim yarın daha sıkı devam ederim."  der bir yanım. "Hayır lan istikrarlı olmalıyım, yemeyeceğim!" der diğer yanım. Diğer yanımın kazandığına henüz şahit olmadım. Ertesi gün daha sıkı devam edildiğine de.

İşte böyle dostlarım. Aslına bakarsanız iki üç sene öncesine göre oldukça kilo vermiş durumdayım. Ancak şu anki yemek yeme tempoma bakarak eski günlerin çok da uzak olmadığını fark ediyorum üzülerek. Bu farkındalık yazdırdı bana bu "karıgibi" serzenişleri. Mazur görün. 

s.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

amaan boşver bee yaşasın yemek yemeeek!!...
ay birazdan banyoya giricem ya..
korkuorum...