30 Temmuz 2008 Çarşamba

Yeni test kitabı..


ÖSS'ye hazırlanmış olanlar bilirler, hazırlanacak olanlar da bilsinler. Yeni alınmış bir test kitabı insana inanılmaz bir gaz verir. Öyle bir gazdır ki bu, kalıcı olursa sınavda zirveye oynayabilirsiniz. Ama kalıcı değil işte. Ben bir Türkçe-Matematik bölümü öğrencisi olarak bu gazı hep "Matematik 2", yani kısaca "Matiki" kitaplarında yaşıyordum. Diğer kitaplarda da dozaj düşse de büyük bir gaz oluyordu bende. Üstünde manasız grafikler bulunan ışıl ışıl kitabımız ilk alındığı zaman açmaya kıyamıyor insan adeta. O kitaba öyle alır almaz başlayamazsın. Başlama gününü, saatini, soruları çözeceğin kalemi falan hazır edeceksin bir kere. Ruhen hazır olacaksın onu çözmeye. Bu aşamada iç sesimiz şunları söylüyor:

"Olm daha zamanım var. Şimdi bu kitapta 48 test var. Günde bir test yapsam 48 günde biter. Arada aksadığım zamanları da 2-3 tane çözerek telafi ederim. Olm işte bu lan! Bitti, oldu bu iş! Artık çok çalışacağım, çok!"

Eveet, ilk aşamayı başarıyla geçtik.Kitabımızın bir "Matematik 2 Soru Bankası" olduğunu varsayıyoruz. Konumuz muhtemelen "Polinomlar" olacaktır. "İkinci Dereceden Denklemler" de olabilir, değişiyor kitabına göre. Masaya oturduk. Kalemimiz, silgimiz hazır. Ben ayrıca bir bardak su koyuyordum manyak gibi iyice havaya giriyordum. Büyük bir açlıkla kitabı açtık, heevsle çözüyoruz ilk soruları. İlk sorular kek zaten "P(x)=3x²"nin derecesini istiyor falan. Neyse. İlk testin son sorularında hafiften tökezliyoruz. Sorunun numarasını özenle yuvarlak içine alıyoruz, dersanede soracağız çünkü topluca hepsini ya. Evet burada film kopuyor dikkat. Masadan kalkıyoruz, sıkıldık. (...) Tebrikler, yeni test kitabınızı başarıyla mundar ettiniz. Artık hiçbir değeri kalmadı öteki testlerin. Geçmiş olsun, ama üzülmeyin. Polinom konusundaki eksperliğinizi bir nebze olsun daha fazla arttırdınız.

Raflarım polinom testleri çözülmüş matematik kitaplarıyla, ilk denemesi yarım çözülmüş soru bankalarıyla, harita bilgisine zar zor geçilmiş coğrafya kitaplarıyla dolu. ÖSS'de polinom çıktı mı hatırlamıyorum, ama çıktıysa yapmışımdır eminim. Ne acıdır hayallerin polinomun 17. sorusuna kadar sürmesi, bilir misiniz...

s.

"Sevinç'in önü"..

29 Temmuz 2008 Salı

2008 Model Genç..

Böyle  çok geniş çapta düşünüp beş çizimle sonlandırdığım hayal kırıklığı bir projenin kalıntıları: "2008 Model Genç"




Hediye..


Şahsen doğum günlerinde alacak hediye sıkıntısı hiç yaşamıyorum. Çünkü dijital ortamda böyle hoş şeyler çizip dijital baskıyla veriyorum, insanlar şaşırıyor seviniyor falan. Değişik yani. Şu ana kadar yaptıklarımı sırasıyla paylaşmak istiyorum. Yukarıda gördüğünüz en boktanı. İlk yaptığım, Ezgi'ye. O isimler de Ezgi'nin arkadaş grubu oluyor, biz falan, çaktın di mi olayı. Alıntıları herkese tek tek sordum, Oğul'unkini salladım ulaşamadım ona. Pastanın altında tabak yok o kötü. Bir resim mesim de yok tabii pek esprisi olmamış. Ehm neyse.



Şimdi ben bu arkadaşlarımı çizebildiğimi düşünmüyorum. Çizsem bile benzetemediğimi düşünüyorum, içim rahat etmiyor. Ezgi'ninki o yüzden boktan oldu. Bir tek Çağlar'ı çizebiliyorum, ona yaparken de aklıma bu "Fotoğrafın kafasını monte etme" fikri geldi. Şimdi hem kafayı monte edeceğiz, hem çizebiliyoruz, ziyan olmasın diye ikisini de kullandım gördüğünüz gibi. O ok çıkarıp yazı yazma olayı gereksiz olmuş şimdi bakıyorum da...


Bunu Çağlar'ınki ile aynı zamanda yaptım. Birlikte kutladı bunlar. Damla bu. Güzel olduğunu düşünüyorum. Ne bileyim. Fotoğrafı o pek beğenmedi ama "Kötü çıkmışım." diye. Pastanın altına yine tabak çizmemişim, o da ayrı...


Hah. Ulan bunu çok beğendim bee. Verirken bile mutlu oldum, gurur duydum, "Ne güzel yapmışım bee." diyerek. Bu Acar, kendisi gerçekten de şekildeki gibi giyinen bir insan. Böyle büyük görünümlü falan ayrıca. 18'e girdi. O yüzden işte +18 falan. Çaktın. Eheh.


Şimdi bunun doğum günüyle falan alakası yok. Ben herkese böyle güzel güzel şeyler çizince resimdeki Ayşenaz da "Ben de istiyorum..." gibi bir tribe girdi, haklı tabii. Bir de ben kendisine hep "Seni çizeceğim." gibisinden vaatlerde bulunup yerine getirmemiştim, ona da bir gönderme oldu bu. Çok ironik.Bu kadar. İşte bunları çizip yollara düşüyor, bin bir zorlukla bastırıyorum, düşünün harcadığım emeği! Benle arkadaş olmak böyle şahane bir şey işte...
s.

26 Temmuz 2008 Cumartesi

Metallica..


Yarın Metallica geliyor, üçüncü kez. Yaşım itibariyla ilk konseri hatırlama gibi bir şansım yok. İkinci konseri de akşam haberlerde gördüğüm şekliyle hatırlıyorum, pek etkilenmemiştim yani, dokuz yaşındaydım. Yarın da üçüncü kez geliyorlar. Bizim jenerasyonumuz bildiğim kadarıyla Metallica'dan pek hazzetmiyor şu anda. Çünkü bizim nesil "Abi Metallica eskisi gibi değil, Master Of Puppets'la bitti abi Metallica, Cliff neredesin." geyiklerini yaparak büyüdü. Aslında 1999'da da böyle geyikler döndüğünü biliyorum, "Metalhead"lerce beğenilmeyen "Load-Reload" ikilisinin ardından. Şimdiki nesil ise "St. Anger"a bok atıyor. Böyle bir evrim geçiriyor Metallica'nın Türkiye hikayesi. Birkaç ay sonra da "Death Magnetic"e bok atanlar türeyecek.

Bana kalırsa Metallica, ülkemizde bir müzik grubundan çok daha fazlası bir "şey". İsminde "Metal" geçmeseydi eminim ki bugün metal bu ülkede bu kadar bilinip yaygınlaşmazdı. Var yani böyle bir şey. 1997 yılında, ben daha küçük iken, annem beni banyoda yıkardı ve yıkarken de "The Memory Remains"in "Na na na na"lı kısmı var ya, bildin mi, işte onu söylerdi bir yandan. Ben de gülerdim eğlenirdim falan. Ailemizin grubu olmuştu lan resmen. Ablam desen Metallica tişörtünü çıkarmazdı, arada onun tişörtünü alır okula giderdim, havam olacak ya. Bunların bir tek benim hayatımda olmadığının farkındayım. Bırakın artık "Abi St. Anger'daki davullar ne öyle ya." geyikleri yapmayı. "Bir döneme damgasını vurdu." denir ya hani, hah işte Metallica lan o!

s.

İçiyorlar falan..

25 Temmuz 2008 Cuma

Tercih..


15 Haziran 2008 günü ÖSS'ye girdim. Sınavdan önce hep şunu duyuyordum: "Asıl zorluk sınavdan sonra başlayacak, tercihler işin en zor kısmı." Diyordum ki "Ulan bırakın, şu sınavın stresiyle o bir mi." Evet gerçekten bir değilmiş. Maalesef sınavdan sonraymış asıl sancılı dönem. Sınavın sonucu açıklandıktan sonra yapış yapış yaz günlerini daha da boğucu hale getiren bir şey çıktı karşıma: Tercih. 

Kendi açısından zorluk çekse de insan, aslında bu tercih dönemi çevredeki insanları incelemek açısından çok eğlenceli bir dönem. Mesela öğrenci kısmı. Şimdi bu tercih döneminin klişe geyiklerinden biri de "Geleceğin meslekleri" oluyor. Benim dönemimde de var bunlardan doğal olarak. Lojistik, metalurji, güverte, gastronomi gibi aslında çoğu insanın hakkında bir bok bilmediği bölümler, öğrencilerin ağzında "Olm Güverte'yi bitirince 5000 dolarla başlıyormuşsun.", "Metalurji her yerde iş buluyormuş asıl." tarzı geyiklere konu oluyor. Bu durumu yaratan güruh da dersanelerin "Rehber" tayfaları. Çok ilginç bir sektör bu rehberlik. Kendi gittiğim dersanede bu sistem "Öğrencilerle 10 dakika konuşup tercihleri yapma" şeklinde işliyor. Bir öğrencinin kişisel zevklerini, yeteneklerini, düşlerini bilmeden ona "Lojistik okumanı tavsiye ederim, çok önemli pozisyonlar bik bik bik." diyebiliyor bu insanlar. Karar alma mekanizması yeterince gelişmemiş birtakım insanlar da zaten bunları duymayı beklediğinden güzel yürüyor bu müessese. Neyse bu toplumsal eleştiri kısmını uzatmak istemiyorum, çok beylik laflar edeceğim birazdan yoksa.

Bu sınavdan çıkmış ve üniversite seçimini önemseyen adaylar genelde en bilgili rehberlikçiden daha donanımlı oluyorlar. Git alakasız bir üniversitenin alakasızbir bölümü kaçıncı öğrenciyi almış diye sorun çat diye söylerler kılavuz gibi. Ben de bu bahsettiğim öğrenci profiline bire bir uyuyorum ve bütün gün elimde "Doğru Tercih" tadında dergilerle dolaşıyorum. Sınav sürecinden beri kafamda "Siyaset" ve "Sosyoloji" dışında hiçbir bölüm yoktu diyebilirim. Ama ne yazık ki sınav sonucum şöyle baba okullarda siyaset okumama pek elverişli gözükmüyor. Ama sosyoloji açısından böyle bir şansım var, Odtü'de. Tabii ki bu kararıma pek saygı göremiyorum, takdir edersiniz ki. "Sosyoloji okuyup naapacan yeenim."den öteye geçemedi aldığım tepkiler. Hani biraz kafası çalışır diye o "10 dakikalık rehberlikçi"ye gittim, o bile "Türkiye'de sosyoloji okumak bik bik bik."i aşamamıştı daha. Bu tip insanların ne mal olduklarını bilseniz bile üzerinizde bir baskı oluşturdaklarını inkar edemiyorsunuz maalesef. 

Kısacası, eğer ki bu satırları okuyan ve ÖSS'ye girecek olan bir insan olursa ona sesleniyorum. Yaz tatilin zehir olacak arkadaşım. Hazır ol. Kışı ayrı yazı ayrı dert bu "şey"in.

s.

Başlık?..


İki gündür boşladım burayı. Ama sanmayın ki bu blog işi geçici bir hevesmiş. Sanmayın ki üç gün yazıp dördüncü gün sıkılmışım. Sadece saçma sapan sorunlarım var. Mesela üniversite tercihi. Tercihtir, öss'dir bu konuyu yarın başka bir başlık altında uzuun uzun incelemeyi düşünüyorum. Şu iki günün acısını çıkarırım yani. İyi geceler diliyorum.

s.

22 Temmuz 2008 Salı

Anı 2: Berber..


21 Temmuz 2008 gününü boş geçip uyumaya yüreğimin el vermemesinden mütevellit bu saatte yeniden bilgisayarın başına geçiyor ve 18 yıllık kısa ömrümde en çok utanç duyduğum anılardan birisini, belki de birincisini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Efendim muhtemelen 5 ya da 6 yaşındayım. İçine kapanık, kendi halinde, evde resim çizen, oyun oynayan zavallı bir çocuğum. Günlerden bir gün saçlarımın gereğinden fazla uzadığını fark ediyor ve berbere gitme ihtiyacı duyuyorum. Evimizin çok yakınında devamlı gittiğim bir berber var, yakın zamanda orada o zamanın parasıyla 750 bin lira karşılığında saçlarımı kestirdiğimi hatırlıyorum, ve denyo gibi yanıma tam da 750 bin lira alarak yola çıkıyorum. Berberde tanımadığım bir çalışan var bu esnada. Kapıdan giriyor ve fazla ilerlemeden ücreti soruyorum, hani formalite icabı. Adamımız da 1 milyon lira demesin mi. Eh ben de bunun üzerine teşekkür edip dükkandan çıkıyor ve de eve gidip para almayı düşünüyorum. Bu sırada arkamdan bir ses “Dur dur gitme.” diyor. İşte utanç verici olaylar silsilesi de bu noktada başlıyor.

Çekingen bir şekilde arkamı dönüyorum, adam bana kaç param olduğunu soruyor. Ah bir bilse benim içine fazlasıyla kapanık, utangaç bir çocuk olduğumu. Bu noktada -gülmeyin!- ben ağlamaya başlıyorum efendim. Adam da bu hareketim karşısında şaşkın, beni teselli etmeye çalışıyor. Yok efendim bana şaka yapmış da 1 milyon lira değilmiş falan. Yer miyim be! Ben tam gaz ağlamaya devam. Adam beni alıp koltuğun üzerindeki ufak çocuklar için dizayn edilmiş tahtanın üzerine yerleştirip saçlarımı kesmeye başlıyor. Ben hâlâ ağlıyorum bu noktada. Her neyse, kesim işleminin sonuna gelindiğinde yine utana sıkıla adama parayı uzatıyorum. Adam ise 500 bin lira alıp, ücretin bu olduğunu söylüyor. Muhtemelen benim gariban, sokak çocuğu olduğumu düşünmüştür. Ben ısrarla parayı uzatsam da almıyor, bunun üzerine ben de koşarak ve de ağlayarak evin yolunu tutuyorum. Eve gidip olayı anneme anlatıyorum. Ağlıyorum. Annem şaşırıyor falan. Of. Daha fazla devam edemeyeceğim. Yazarken bile gözlerim doldu be!

s.

20 Temmuz 2008 Pazar

Saçma 1: Che?!

Uyku düzeni..


Yaz ayları. Uyku düzeni yok. Amaçsızca bilgisayar başında sabah ezanına kadar vakit geçiriyorum. Uyuyorum sonra birkaç saat. Kalkıyorum. Dönüp durmaktan yatağım savaş alanına dönüyor. Sonuç olarak yukarıdaki gibi bir görüntü oluşuyor sabahları bende. Bu sabah da böyle olacak. Yarın da. Bu satırları yazarken saatler 01.23'ü gösteriyor. İyi geceler efendim.

s.

19 Temmuz 2008 Cumartesi

Anı 1: Burger King..


Şimdi efendim ben burada zaman zaman başımdan geçen ilgi çekici olayları da anlatmaya karar verdim. O yüzden Anı-1 bu. 2 de olacak yani. Her neyse sadede geliyorum. Bu anlatacağım olay sanırım iki-üç ay kadar önce İzmir'de Alsancak Burger King'de başımdan geçti. Olayımızın kahramanları bir adet Burger King çalışanı, bir adet Assistant Manager -ki bunların işlevi nedir bilmiyorum, müdür yardımcısı gibi bir şey olsa gerek-, bir de tanık olarak bendeniz. Kahramanlardan genç Burger King çalışanı karşımdaki masada otururken onun yanına gelen Assistant Manager abimiz masadaki arkadaşın elini alıp bir güzel okşamaya başladı. İlk başta çok garipsemedim bu durumu, hani "Baba şefkati" gibi bir şeydir dedim, o derece de yaş farkı var elemanların. Lakin gözlerimi de bu çiftten ayıramadım. Bir süre sonra bizim genç çalışan, Assistant Manager'ın gömleğinin alt sıradaki iki düğmesinin arasındaki boşluktan parmağını sokup kurcalamaya başlamasın mı?! Bu noktada iyice dikkatimi o yöne veriyorum. Assistant Manager abinin suratında sinsi bir sırıtış. Bizim genç oynamaya devam ediyor. Daha sonra da Manager abi masadan yavaş yavaş uzaklaşıyor, bu noktada ellerinin temas edebileceği en son noktaya kadar el ele pozisyonda bakışıyorlar ve daha sonra parmaklar birbirinden ayrılıyor. Bu sahneyi güzel anlatabildim mi bilmiyorum ama anlaşılır umarım eheh. Şimdi ben homofobik bir insan değilim, kimse "Ee ne var bunda.." falan demesin. Garip bir durum yani. Güldük eğlendik. Arkadaşların fiziksel görünüşlerini fazla deşifre etmiyorum, sonra adları çıkmasın godoş Burger King personeli diye. Neyse, işte böyle efendim.

s.

Kötü espri..

"Şokella" sektörü..


Efendim benim yıllardır sabah kahvaltılarında "Kakaolu Fındık Kreması"ndan başka bir şey yediğim çok nadir görülmüştür. Bu yüzdendir ki bu konuda hiç mütevazı olamıyorum ve kendimi rahatlıkla şokella mütehassısı olarak görebiliyorum. Biz "Nutella" jenerasyonundan gelmedik! Gofy'lerle, Sarelle'lerle, Peripella'larla büyüdük. Yeri geldi kaşar peynirine, yeri geldi petibör bisküvilerin arasına sürdük bu mutluluk kaynaklarını. "Böğeak kaşar peyniri mi" demeden önce gidin bir deneyin! Her neyse; şimdi ben biraz bu "şokella"lardan bahsetmek, inceleme yapmak istiyorum. Blogun ilk yazısı da şokella üzerine oldu ya neyse..

Gofy: İşte yıllardır aradığım, eşini benzerini bulamadığım bir lezzet. Sanıyorum ki artık üretilmiyor. Üstünde papağan resmi mi ne öyle bir şey vardı. 500 gramlık kutusunu ortalama 3 kahvaltıda bitirirdim şerefsizim. 10/10

Sarelle: Bir diğer orgazmik krema da bu. Ne yazıktır ki bu da artık üretilmiyor. Sagra batmış galiba. Bunların muslukları vardı. Musluktan sarelle akıyor lan. Böyle bir güzellik olabilir mi. Yapsa ya belediye sebil niyetine sokaklara. Sevinse ya çocuklar. 9.4/10

Şokomigo: Bu hâlâ üretiliyor. "Zoo" falan gibi yan ürünleri de var. Çok deli bir şey. Pahalı şokellalardan biriydi bu galiba. Alın ama. 9.3/10

Nutella: Evet. Geldik en piyasa olmuş lezzete. Yeni jenerasyonun lezzetinden ziyade lezzeti üzerine konuşmayı sevdiği bu mucizevi krema. "Abi bir kavanoz Nutella'yı kaşıklayabiliyorum ya ahaha" ya da "Abi kavanozun dibini yalıyorum yaa ahahah" gibi cümleleri dost meclislerinde çok sık duyar oldum. Soytarılıktan başka bir şey değil. Tamam arkadaşım, güzel; ama eninde sonunda krema lan bu, bu kadar derin anlamlar yüklemeye gerek yok ki?! O değil de Nutella'yı buzdolabına koyun ha, sonra bıçak ile vura vura parçalayın onu hiyeroglif yazar gibi. Eheh. 9/10

Nesquik: Evet bu Nesquik'in şokellası var bir de. Fazla tatlı. Bayıyor. Uzatmayacağım. 8/10

İyi şokellalar benim gözümde bu kadar. Ancak yine de senelerdir bu sektörün içinde olduklarından adlarını anmadan geçemeyeceğim Çokokrem, Alpella, Peripella ve bilumum marketin kendi adıyla çıkardığı şokellalar... Hepinize Teşekkürler.

Edit:  Yahu şokella şokella dedik, Chokella'yı unutmuşuz.  Aman zaten sevmiyorum 8 olsun işte. Bir de Çağlar var, benim arkadaş; tutturmuş "Fiskobirlik fıstık ezmesi de çok güzel olm ekle onu da." diye. Al işte Çağlar ekliyorum. Artık daha mutlusundur umarım. Fıstık ezmesi lan o hayret bir şey!

s.

Önsöz..


Ehm evet. Başlıyorum. Şimdi. Öncelikle bu satırları okuyorsanız çok teşekkür ediyorum. Muhtemelen benim kim olduğumu biliyorsunuz. Bilmiyorsanız daha güzel, demek ki belli bir kitleye ulaşmışım. Ben yazıyorum, çiziyorum. Burada da tamamen özgürce, hiçbir konu kısıtlaması olmadan yazacağım, çizeceğim. Hani "Denemeler" gibi. Montaigne falan. Eheh. İstiyorum ki ben bir şeyler yazayım, çizeyim; sizler de yorum yazın, kendi istediklerinizi söyleyin. Böyle şahane bir ortam kuralım burada. Her türlü başka önerilere de açığım tabii ki. Bak sağda e-mail adresleri falan var. Saat de 02.31. Uykum geldi. İlk eklememi yaptığım için içim rahat, güzelce uyuyabilirim artık. Hemen her gün bir şeyler eklemeye çalışacağım ben buraya. Bakarsanız, takip ederseniz ne mutlu bana..

s.

16 Temmuz 2008 Çarşamba