31 Aralık 2009 Perşembe

2010..

28 Aralık 2009 Pazartesi

Berber..


Arkadaş benim berberlerle yıldızım barışmıyor. Yok yani. Aylar yıllar önce, belki de hayatımın en büyük rezilliklerinden biri olan berberden bahsetmiştim sizlere. Bugün bir diğer saç kestirme macerasının ardından görüyorum ki, benim artık bir tıraş makinesi almam ve saçımı kendim kesmem gerekiyor. Geriyor beni o ortam.

Zaten kendimi bildim bileli saçımı "Üç numara."dan başka bir şey yapmadım. Uzadı, üç numara yaptım. Uzadı, üç numara yaptım. Dümdüz. Bizim jenerasyonda insanlar yeri geldi "Ümit Davala saçı" ile coştu, yeri geldi arkadan kuyrukları uzattı. Bense hep üç numara. Üniversiteye girdik, insanlar saçları uzattı. Ben üç numara. Tabii biz de zamanında "Ulan bi imaj yapsak bişey yapsak milletin aklını alsak." diye düşünmedik değil. Benim bu yönde yaptığım tek çalışma soytarı gibi uzattığım favorilerim oldu, çizimlerden de görüyorsunuz. Lisenin ortalarında başlayan bu favori çılgınlığım halen sürüyor. Onun dışında üç numara...

Neyse ne diyorduk. Berber. Hani "Üç numara olsun abi." diyerek berberde geçirdiğim zamanı minimuma indirsem de, yine de berberde açılan geyiklerden yakamı sıyıramadım. Bugün de tırsa tırsa gittim. Paltomu astım, koltuğa oturdum. Hemen "Abi üç numara komple." diyerek niyetimi belli ettim. Bir de kalkarken "Ne kadar abi." desem, bana fazlasıyla yeter. Neyse efendim başladı tıraş. "Hızııığğeeeeeeaağ." diye bir güzel kazıyıverdi kafamı berber. İyi gidiyorduk. Ta ki arkadaki televizyonda Petek Dinçöz'ün "Foolish Casanova" adlı parçasının klibi görününceye dek.

Huşu içinde süren tıraş, berberin "Abi ne demek şimdi bu foolish casanova, ne diyo yani şarkıda?" sorusuyla bir anda gergin bir hâl aldı. Ben tabii ki berberin ne dediğini anlamadım. Berberlerin ne dediklerini genelde anlamıyorum. O sırada ben raftaki Ondüla marka jölelere, Arko tıraş kremlerine falan bakıyordum. Üçüncü defada soruyu anladıktan sonra "Ha? Hee. Hehehe. İşte 'Aptal çapkın' gibi bişey hehöehe." diye cevap verdim titrek sesimle. "Yani 'sen aptal çapkın.' mı diyor?" dedi. "Evet." dedim. "Peki 'just' ne demek?" dedi. "Yalnızca, sadece gibi bişey." dedim. "Casanova aptal mı demek?" dedi. Şimdi ünlü İtalyan çapkın Casanova'dan bahsetmenin yeri değildi. Bunalmıştım. "Evet." dedim. Artık her soruya evet diyordum. Neyse sonunda klip değişti, bir nebze olsun rahatladık.

Şimdi "Üç numara" dediğin kolay bir şey. İstese beş dakikada bitirir. Tabii "Ulan o kadar para aldın beş dakika sürdü?" demeyelim diye, tıraşın son 10-15 dakikalık kısmı berberin yalan yalan hareketleriyle geçiyor. Ufak bir makas alıyor, ensemin dibine girip "Kıt... Kıt..." diye bir şeyler yapıyor. Sanırsın ameliyat yapıyor pezevenk. Tarağın üstüne makası koyup kesiyor falan. Soytarılıktan başka bir şey değil. Neyse bu son 10-15 dakikayı da haber izleyerek geçirdik. Murat Boz'un 2010 yılında Eurovision'da ülkemizi temsil edeceğini belirten berber, bu konuda fikirlerimi almak istedi. "Sırf tipi var abi." diyerek de kendi tuttuğu tarafı belli etti. Berberle ter düşüp Murat Boz üzerinden polemik yaratmanın alemi yoktu. "Evet bence de sırf tipi var diye şey yapmışlar işte." diye yanıtladım.

Neyse ki sıkıntılı halimi gören berber de daha fazla sardırmadı geyiğe. Aradığı tadı bende bulamadı. Saç yıkama teklifini de kibarca reddedince, aramızdaki bağlar tümüyle koptu. Anladım ki benim artık bir tıraş makinesi almam gerekiyor. Yüz yıllık Foolish Casanova'yı da tam çalacak zamanı bulmuş mına kodumun televizyonu. Hadi görüşürüz.

s.

27 Aralık 2009 Pazar

Avatar..


Efendim dün ben Avatar gördüm. İki boyut yetmezmiş gibi üçüncü boyuta geçtim. İki saat kırk iki dakikamı bu filme harcadım. Biraz bundan bahsedeyim size.

Daha önce üç boyutlu film izlemedim ben. O yüzdendir ki gözlüğü takıp da üstüme üstüme gelen adamları görünce ilk, biraz afalladım. Zaten 4'ü 3d görmemiş 5 lavuk gittiğimiz için filme, hayvanlığımız da had safhaya çıktı. "Bak la bak adam geliyo gibi değil gibi la." diye alışma sürecini atlattık, sakinleştik. Salonun da hınca hınç bizim gibi hayvanlarla dolu olması da gözlerden kaçmadı. Ulan bir hafta oldu film vizyona gireli, ağzına kadar dolu salon. Ne teknoloji aşkıymış anlamadım.

Şimdi üç boyut falan iyi hoş tabii de, bendeniz fantastik sinemadan her zaman için kaçmış bir garip kulum. İki yaratık canavar gördüm müydü bir filmde, bitiririm kafamda o filmi. O derece muhafazakarım bu konuda. Hah işte böyle bir insan olup da 162 dakika boyunca Avatar izlemek biraz beyinsizce bir hareket oldu. Filmden bahsedecek olursak, açıkçası pek bir skim anlamadım ben bu filmden. Merak etmeyin yani spoiler falan vermem, veremem. Şimdi Pandora diye bir gezegen var efendim. Burada birtakım mavi arkadaşlar var, ne deniyor onlara unuttum, ayrı bir adları var ama. Hah baktım şimdi, "Navi"ymiş. Ayrı dilleri falan var, öyle takılıyorlar yani. Neyse bir de Jake adında çolak bir eleman var. Bunu Avatar programıyla Pandora'ya şey ettirip oradan birtakım şeyler şey yapıyorlar. Tabii benim üç cümlede anlattığım olaylar üç saatte gerçekleşiyor. Aralarda "Üç boyuuuuuuuut!" diye bağırırcasına birtakım atraksiyonlar olmuyor değil.

Neyse işte bu bizim insanoğulları Pandora'yı ele geçirmek istiyorlar. Bildiğin iş makineleriyle, vinçlerle falan geliyorlar hatta. Çilekeş mavi Pandoralılar da karşı koyuyorlar, taş falan atıyorlar. Bu noktada filmin belediyecilik sektörüne ironik bir bakış attığından şüphelenmedim değil. Olay örgüsünün haberlerdeki "Gecekondu sahipleri isyan etti." vakalarından pek farkı yok yani. Neyse bu noktalarda yine "Teknolojimiz çok var bizim." dercesinde kuşlar uçuyor, yaratıklar çıkıyor. Hep üç boyutlu oluyor bunlar, yanlış anlaşılmasın.

Aslında bakılırsa filmin ikinci saatine yakın, film güzelce bağlanabilir hale geliyor. Bağlanmıyor ama. Bir saat daha sürüyor. İşte o bir saat, sevgili okurlar. İşte o bir saatte, benim canımdan bir can gitti. İşte o bir saatte ben de mavi bir Navi yerlisine dönüşüp sarmaşıklar üzerinden terk etmek istedim sinemayı. "Boyutunuzu skeyim." diyip 3d gözlüğümü fırlatmamak için kendimi zor tuttum. Bir film bu kadar mı gereksiz uzatılır arkadaş.

Ulan o değil de insanlar 15 senedir düşünüyormuş "Avatar yapsak ya la." diye, 500 milyon dolar harcamışlar falan. Burada lavuk lavuk "Olmamış ya, çok gereksiz uzatılmış..." diyorum. Ama cidden olmamış yani. Valla. Gelip de bana "Ama filmin mesajı vaar, derinliği vaaar." bilmem ne demeyin. Sevmedim lan işte. Hayret bir şey. 500 milyon doları daha lüzumlu bir işte kullansalarmış keşke diyerek yüzeyselliğin son aşamasına geliyor ve aranızdan ayrılıyorum. Son olarak sizlere Ana Haber Bülteni tadında bir araştırma sunayım: 500 milyon dolara neler yapabilirsiniz?!

-2134 tane Ferrari alabilirsiniz!
-643 tane boğaz manzaralı villa alabilirsiniz!
-167 tane bilmem kaç yüz metrelik yat alabilirsiniz!
-Falan filan.

s.

25 Aralık 2009 Cuma

Tara..

Ehliyet: Part II..


Evet efendim, büyük sınav yarın. 26 Aralık 2009 tarihinde, saat 11.00 sularında, Milli Eğitim Bakanlığı'nın düzenlediği Motorlu Taşıt Sürücü Adayları Sınavı'na iştirak edeceğim. Dün akşam itibarıyla şu herkesin bahsettiği meşhur çıkmış soruları çözmeye başladım. 

Arkadaşım bana bakın kimse yalan konuşmasın. Tamam trafik ve ilk yardım konularına bir şey demiyorum ama, "Motordan 98 aldım yaa." diyen adamlar artık gelip "Baba hiç bakmadım valla." demesin. Yalan söylyüyorsunuz. "Volan hareketini hani parçadan alır?" sorusuna "B) Krank mili" diye cevap vermek için, bu sınava çalışmaktan başka çareniz yok. Ulan hem çalışıp yalan söylüyorsunuz, hem de çalışmaya niyeti olan insanı rencide ediyorsunuz. Volan ne ulan, Krank mili ne?!

Ha kolay sorular yok mu? Var tabii olmaz mı. Mesela "Kaza görünce ne yapmalıyız?" tadında bir soruda "Büyük bir ateş yakmalıyız." gibi çılgın bir seçenek görebiliyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı'nı buradan takdir ediyorum, böyle muzipliklerle sınavı biraz eğlenceli hale getirmeyi başarmışsınız. Ayrıca soruları çözerken karşılaştığım bir nokta; 19 senedir bir yalanı yaşadığımı, hayal alemlerinde gezindiğimi vurdu yüzüme: Zehirlenen insana yoğurt yedirmiyormuşuz efendim. Bir bok olmuyormuş yedirince. 

Sınava, Ayrancı Anadolu Lisesi'nde giriyorum. Neresi orası, bilmiyorum. Önceden gidip sınıfımı sıramı kontrol edecek de halim yok herhalde. Acaba bu sınav çıkışında da basın mensupları kapıda olacak mı? "Bir ehliyet sınavı daha geçti. Bazı öğrenciler sınavdan memnun ayrılırken, bazılarının morallerinin bozuk olduğu gözden kaçmadı." haberleri çıkacak mı haberlerde? Böyle "Motor kötü geçti..." diye ağlayan çocuklar falan. Sonra birincilere burs falan verilse? Neyse dostlarım, şimdilik aranızdan ayrılıyorum ben. Endüksiyon bobinlerinin, krank millerinin ve bujilerin eğlenceli dünyası beni çağırıyor. Bu teklife hayır diyemiyorum. Bana şans dileyin.

s.

Not: Hafif Tarih bu haftasonu başlıyor olabilir. Olmayabilir de.

14 Aralık 2009 Pazartesi

Ehliyet: Part I..


Birkaç hafta önce ben bir bok yedim, bir adet sürücü kursuna kaydoldum: Özakyıldız Sürücü Kursu.

Ne yazık ki şu yaşıma kadar arabalara karşı bir ilgim olmadı, olamadı. Yoldan geçen arabaları arkadaşlarına gösterip "Ohaaaa bak lan Audi ZTRX328137812!" diyen çocuklardan olamadım. Yok yani ne bileyim, ilginç gelmiyordu bana. Dolayısıyla hiç "Araba kullanayım ya." diye bir hevesim de olmadı. Ama bütün arkadaş çevremin patır patır B sınıfı ehliyetini cebine koyduğu bir ortamda, benim hiçbir şey yapmadan durmam olmazdı. Olmadı da zaten. Bütün bir hazırlık senesi boyunca damızlık gibi yiyip içip yatan ben, sınavlarla boğuştuğum bugünlerde tatlı olmayan bir telaş içerisindeyim. Ehliyet telaşı.

26 Aralık'ta yazılı sınav. 27 Aralık ve 3-4 Ocak tarihlerinde direksiyon dersleri. Ocak ayında da bir ara direksiyon sınavı işte. Yakın çevremden gelen "Çok kolay beaolum. Ben sınav sabahı 12 dakika çalıştım hepsini full çıkardım." demeçleri üzerine, biraz rehavete kapılmadım değil. Çalışmıyorum. Kitaba bir baktım. Buji muji yazıyor. Aks falan. Bilmiyorum bunlar nedir ama, bakacağım elbet.

Neyse efendim diyeceğim o ki; motorlu taşıtlarla hiç ilgisi olmayan bendenizin yaşayacağı bu fantastik ehliyet macerasını, birkaç bölüm halinde buradan takip etme imkanınız olacak. Hadi yine iyisiniz. Onun dışında bana "Motora biraz bak yetiyo zaten.", "Hacı direksiyonda mutlaka sağ elinle açıyorsun inerken kapıyı bak." gibisinden son derece orijinal önerileriniz varsa, buyrun. Hadi bakalım.

s.

11 Aralık 2009 Cuma

Google..


Şimdi kimse yalan konuşmasın, hepimiz hayatımızın bir döneminde Google'dan kendi adımızı ya da nickimizi falan arattık değil mi? Öncelikle bu konuda anlaşalım. Hah. O zaman ben de size kendi arama sonuçlarımdan  bahsedeceğim biraz.

Henüz şu kısa ömrümde "Sinan Gürcan" olarak pek kaydadeğer bir iş yapmadığımdan ötürü, size "Sinvegur" şeklindeki aramalardan bahsedeceğim. Şimdi daha en başta "Did you mean: 'singur'" şeklinde bir uyarı gelmesi beni derinden yaralıyor tabii. Singur ne ulan? Neyse, demek ki hâlâ internet alemlerinde bir marka haline gelememişiz diye düşünüp hüzünleniyor, geçiyoruz arama sonuçlarına.

Şimdi öncelikle okuduğunuz bu blogla ilgili sonuçlar çıkıyor tabii. Sonra aynı isimdeki Facebook grubuna verilmiş bağlantılar, diğer bloglardan verilen linkler falan. Buraya kadar sorun yok, güzel. Lakin aralarda göze çarpan talihsiz bağlantılar da yok değil: "sinvegur kullanıcısı Hackhell Forum sitesinin bir üyesidir. sinvegur kullanıcısının profilini görüntülemektesiniz."

Bakıyorum, foruma totalde bir adet mesaj yazmışım, 2005 tarihinde: "Arkadaşlar 50 mesaj kuralının farkındayım ancak işim acele olduğı için affınıza sığınarak bir istekte bulunuyorum.. Mümkünse "Çevre kirliliğinin insan üzerindeki etkileri" konulu bir yazı, araştırma vs. içeren bir site ya da döküman talep ediyorum.. Yardım için şimdiden teşekkürler.."

Arkadaş Lise 1'deydim. Kaynak sıkıntısı çekiyordum. Ne yapsaydım? Hemen arkamdan forumun yüksek rütbeli üyelerinden "Celta" ayarı vermiş bana zaten, "Bu şekilde istekte bulunman çok yanlış." demiş. "Umarım bundan sonra paylaşım yaparsın." demiş. Yine de insanlığını yapmış, ödevle ilgili bir link paylaşmış benimle. Ah sevgili dostlarım; bilseydim seneler sonra "Sinvegur" nickiyle blog camiasında kendime yer edinmeye çalışacağımı, "H@ckhell" sitesine kaydolur muydum bu isimle? Bilseydim mahçup eder miydim kendimi hem Hackhell üyelerine hem sizlere? Neyse.

Aramaları sürdürüyoruz, bir gariplikle daha karşılaşıyoruz. "AltayLIST"e bir üyelik. Şimdi hemen açıklayayım; İzmirli olmamdan mütevellit birtakım Altay'lı arkadaşlarımın ısrarlarıyla maçlara gittim, "Büyük Altaaağğy oleeeğğy" diye bağırmışlığım bile vardır tribünlerde. Bu siteye de zamanında o maksatla üye olmuş olmam mümkün. Ama linke tıkladığımda bir habere "sinvegur" takma adıyla yapılmış bir yorum gözlerden kaçmıyor. Habere göre, Altay ezeli rakibi Bursaspor'u 2-1 mağlup etmiş. Aşağıda da şöyle bir yorum:

"Yorumlayan : sinvegur Tarih : 4/10/2006
 BU İŞ BİTTİ ARTIK SÜPER LİGDEYİZ!!!"

Arkadaş, yemin ediyorum ben yazmadım bunu. Allah belamı versin ki ben yapmadım. Ulan üç-beş maça hatır için gittik diye, Caps Lock açıp "SÜPER LİGDEYİZ ARTIK!!!!1!!" yazacak kıvama gelmedik herhalde. Ha tabii benden başka "Sinvegur" diye bir şeyi kim kullanır bilmiyorum ama; sizleri temin ediyorum ki dostlarım, bu süper lig coşkusunu yaşayan ben değilim. Vallahi de değilim.

Neyse efendim birkaç talihsiz sonuç daha var Google'da ama fazla uzatmayalım. Kısacası diyeceğim o ki, siz siz olun forumlara morumlara kaydolurken iyi düşünün. Hackhell'e dönem ödevi istemek için kaydolduğunuz nickle, sanat alanında çalışmalar yaparsanız yarın öbür gün, kimse sallamaz sizi yemin ediyorum. Hackhell ne mına koyim.

s.