27 Mart 2010 Cumartesi

The Last Temptation of Sinvegur..


Nereden bilebilirdim ki başıma gelecekleri, dün gece 22 sularında Scorsese'nin 88 yapımı filmini açarken? Seçilmiş kişinin ben olduğumu, girdiğim bu yoldan hiçbir şekilde dönemeyeceğimi, filmi izlemeyenler adına kendimi kurban etmem gerektiğini nereden bilebilirdim?

İşte böyle hiçbir şey bilmeden bastım "The Last Temptation of Christ.avi" dosyasına. Tipik bir Scorsese şaheserine benziyordu uzaktan. İki saat Kırk Üç dakikalık destansı bir sinema şöleni beni bekliyor olmalıydı. Goodfellas, Raging Bull, Taxi Driver, Shutter Island... Ne de olsa bu güzide eserlerin hepsi birer Scorsese yapımı değil miydi?

İlk 15 dakikayı geride bıraktığımda, yavaş yavaş kafamda soru işaretleri oluşmaya başlamıştı. Jesus geliyor, Judas gidiyor, birtakım insanlar bir şeyler yapıyor... Neler oluyordu ulan filmde? Gerek filmin uyarlandığı romana, gerekse İncil'e olan yabancılığım; filmin içine girmemi engelliyordu. İşte tam bu sırada filmi kapatmam gerekirdi. Bu Scorsese yapımından bana hayır gelmeyeceği belliydi. Olmadı, yapamadım, "Hadi" dedim, "Belki ilginçleşir."

Nasıl ilginçleşsin ki a dostlar? Bizim İsa oradan oraya koşturuyor, dirliği düzeni sağlamaya çalışıyordu. Ara sıra başına gelen fantastik olaylar, duyduğu gaipten sesler, onun seçilmiş kişi olduğunu kanıtlıyordu. Lakin İsa da insandı. Onun da hisleri vardı. "Tanrım beni seçme be. Ben de çoluğa çocuğa karışayım, efendi gibi yaşayayım istiyorum. Böyle zaar gibi dolandırarak tüketme şu tatlı canımı. Başkasını peygamber seç onu kurban et gözünü seveyim." diye yalvarıyordu. Filmin olayı da buydu zaten. Can Dündar'ın "Mustafa"sı misali; Jesus Christ'ı değil de Jesus'u anlatıyordu film. Bu açıdan çok tepki çekmiş zaten. Hadi Mustafa'yı geçtim, bu adam koca peygamber bir de, çeker tabii tepki.

Filmin ilk saati geride kalırken, ben de başladım o gaipten sesleri duymaya. Bu filmi sonuna kadar izlemem gerektiğini, insanlık için bunu yapmam gerektiğini emrediyordu sesler. Lakin ben de insandım. Benim de hislerim vardı. Uykum da vardı tabii. "Tanrım bırak beni yatayım uyuyayım, Scorsese mcorsese dedik hata yaptık, bir de sen vurma." diye yalvardım. Ne yazık ki çabalarım sonuç vermedi. Kapatamadım filmi, bir güç beni engelledi. Devam ettim izlemeye. İki saati devirmiştim hiçbir şey olmayan filmde. Son yarım saate girerken, İsa bir hayal alemine gitti sevgili okurlar. Dağlara bayırlara çıktı. İşte tam da o esnada, ben de gittim onunla. Uykuya yenik düştüm. Rüyalar dehlizinde uzun bir seyahate çıktım....

Uyandım. Ekrana baktım. İsa da uyandı bu hayal aleminden. 10 saniye sonra da film sona erdi, "Directed by Martin Scorsese" yazısıyla karşı karşıya kaldım. İsa kurban edilmişti, tıpkı benim gibi. Yüzünde bir tebessümle ayrıldı bu fani dünyadan. Ben de bir tebessümle kapattım bilgisayarı. Yarım saati kaçırsam da, bitirmeyi başarmıştım bu filmi. Nefsime hakim olmuştum. Seçilmiş kişi olduğum ortadaydı. Huzurla uyudum, göçtüm gittim bu diyarlardan.

s.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

"Can Dündar'ın "Mustafa"sı misali; Jesus Christ'ı değil de Jesus'u anlatıyordu film"

dunyanin en iyi tespiti.

thewind dedi ki...

Mustafa'yı izledim, dündar surprise'ın içinde meğersem bir kindar varmış. kimbilir skorses'in içinde neler var?