Efendim ödev teslimlerine, sınavlara ramak kala, ders çalışmam gereken yerde, ben "Skerim böyle işi." diyerek 5 günlük mânâsız bir İzmir seyahati yaptım. Dün gece güzide seyahat firmalarımızdan "Anadolu"nun 23.00 otobüsüyle Ankara'ya doğru yola çıktım. Bileti daha önceden online olarak satın alan bendeniz; gerizekalı olduğum için, orta kapının önündeki koltukları seçmek niyetiyle orta kapının arkasındaki koltukları seçmişim. "Ee ne var lan bunda?" diyenler için, satın aldığım koltuklarda ayakları öne uzatmanın imkanı olmadığını belirteyim.
Hâl böyle olunca, bana sıkıntılar bastı. Uyku haram oldu. Uşak vilayetine kadar gözümü kırpmayan ben, mola yerinde içtiğim yayık ayranın etkisiyle, dönüşte kendimi rüya aleminin dehlizlerinde buldum.
Rüyamızı siyah-beyaz olarak film tadında gördüğümüzü baştan belirteyim. Rüyamızın başrollerinde ise beyaz perdenin ağır topları Vivien Leigh, Marlon Brando, bir de ben varım.
İlk sahnede henüz Marlon ortalarda yok. Bizse Viven Leigh ile birlikte yine şehirlerarası bir otobüste Ankara'ya doğru ilerliyoruz efendim. Koridor tarafında ben, pencere kenarında ise Vivien var. Daha doğrusu Vivien'in ayakları var, suratı yok. Tıpkı yukarıdaki gibi. Yolculuk esnasında ayaklarımı uzatamayan ben, muhtemelen bu olaydan çok etkilendiğimi ve durumun bilinçaltıma bu şekilde girdiğini tahmin ediyorum. Neyse. Sessiz geçen yolculuk esnasında muavinin "Kaptan binecek var." sesiyle irkiliyoruz. Otobüs yavaşlıyor, "Psssssss." sesiyle kapılar açılıyor. Ağır adımlarla otobüse binen, Marlon Brando'dan başkası değil.
Bir Marlon Brando düşünün ki 23 otobüsüyle AŞTİ'ye gidiyor dostlar. Bir Marlon Brando düşünün ki muavine "Bu topkeklerin meyvelisi yok mu yeğenim?" diye soruyor, elindeki Türkmensu(c) marka suyu yudumluyor. Mola yerinde inip tuvalette "Yine kabız olmuşuz mnakii, hava değişiminden oluyo hep." diye düşüncelere dalan bir Marlon Brando düşünün lütfen. İşte o Marlon, bizimleydi otobüste. Kendisiyle selamlaşmamızın ardından, Vivien ve benim oturduğumuz koltukların hemen önüne, koridor tarafına yerleşti. Muavinden su istedi. Etrafı izledi. "Yanımız da boşmuş iyi yayılırız." diye düşüncelere daldı belki de.
Yolculuk sürerken, ben Vivien Leigh-Marlon Brando ikilisinin 1951 yapımı "A Streetcar Named Desire" adlı filmde başrolleri paylaştığını, birbirlerini gayet iyi tanıdıklarını birden fark ettim. Lakin Vivien'in ters oturuşundan olacak ki, Marlon otobüste yalnızca beni selamlayarak yerine geçmişti. Hemen dürttüm önümdeki Brando'yu. "Abi" dedim, "Vivien abla da burada, ona da merhaba de istersen, görmedin herhal."
Yanılmıştım. Marlon kulağıma eğildi. "Olm ayakları kafa yerinde olduğu için yengenin kafası da benim yan koltuğun altından çıkıyor. Bağladım manitayı öpüşüyoruz biz burada." diye durumunu anlattı bana. İçimden "Vay çakal." diye geçirdim, "Tamam abi keyfine bak sen." diyerek döndüm önüme.
Saat 7 sularında uyandığımda; ne Marlon ne Vivien oradaydı. Pencereden Başkent Üniversitesi'nin sarı otlarla kaplı kampüsünü gördüm. İleride oturan bir amca, "Vişne suyu var mı yeğenim?" diye haykırdı. Zor bir gün beni bekliyordu.
s.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder