14 Şubat 2010 Pazar

London FC..


Dikkat! Aşağıdaki yazı, genç yaşlardan beri sanal futbol oyunlarına gönül vermemiş insanlara hiçbir şey ifade etmeyecektir. Onlar Facebook'a geri dönebilirler: http://www.facebook.com

Mâlum tatil. Benim de asla değişmeyen tatil ritüellerim var. Her tatile girdiğimde bu ritüelleri aşacağımı, vaktimi daha faydalı şeylere harcayacağımı düşünüyorum, ama olmuyor. İşte bunlardan biri de, Playstation oynamak. Playstation dediysem, bildiğin PES işte. Pro Evolution Soccer. 

Aslında benim gönlüm her zaman FIFA'dan yanadır. FIFA her zaman için daha kalitelidir. Ne bileyim, böyle güzel güzel Soundtrack'leri oluyor. Janjanlı menüler. Lisanslı takımlar. Bir de PES'e bakıyorum? Öküz gibi hazırlanmış menüler. Adları değiştirilmiş oyuncular. Eksik ligler. "London FC" gibi gudik takımlar. Ulan dünyanın parasını kazanıyorsunuz hâlâ "London FC"? Eskiden Almanya'nın defansının bel kemiği, deneyimli topçu Metzelder'i de "Messenger" diye yazıyordunuz taşak geçer gibi. Ayıp değil mi lan? Bu ucuzluğunuz ne olacak? Nereye kadar? Neyse. Her ne kadar PES'e karşı sitemkâr bir tavır takınsam da, hangi "Platstation Cafe"ye gitsem, "Fifa yok bizde ya." yanıtını aldığımdan, bana da başka seçenek kalmıyor.

İyi bir PES oyuncusu olduğumu iddia edemeyeceğim. Aslında defansım iyidir de, forvet hattında istediğim başarıyı bir türlü sağlayamıyorum. Üçgene doğru zamanda basıp o efsanevi pasları vermek, L1+Üçgen kombinasyonuyla bombastik aşırtmalar yapmak, kaleciyi şık bir hareketle çalımlamak... Yapamıyorum. Defansta her ne kadar büyük bir başarıyla topu kapıp atağa kalksam da, hücumda uyguladığım tek strateji "Hafız kanatlara git kanatlara koş koş." stratejisi. Önüm bomboş olsa da, etten duvar örmüş defansla karşı karşıya olsam da, kanatlara doğru bir koşu hali var bende. Adeta korkuyorum kaleye doğru gitmeye. Amacım gol atmak değil. Yalnızca kaçıyorum oradan. Sahayı sınırlayan çizgiler, tribünler olmasa, yeşil çimler sonsuza kadar uzansa, sonsuza kadar koşarım umarsızca, biliyorum. Bazen şans yüzüme gülüyor, kaleciyle karşı karşıya kalıyorum. Bir forvet için ne büyük şans, ne güzel mutluluk aslında, değil mi sevgili okurlar? Ne yazık ki benim için değil. O anda düşüncelerim "Ne yapsam da meşin yuvarlağı filelerle buluştursam."dan ziyade "Hay skeyim şimdi atamıcaz rezil olucaz." yönünde olduğu için, atamıyorum da genelde.

Şans yüzüme güler de taç çizgisinden deli dana gibi koşarak defansa kaptırmadan kanada kadar inebilirsem, basıyorum yuvarlağa yapıyorum ortamı. İşte orada içim rahat. Zira bu tip oyunlarda orta-kafa-gol olayını yapmak her zaman mümkün olmadığı için, ben yapamayınca da kimse arkamdan "Yuh hayvan." diyemiyor. Ben ortalama bir oyuncu olarak görevimi yapmanın huzuruyla yeniden topu kapıp kanatlara inmenin yollarını arıyorum. Benim için PES budur.

Takım seçiminde de her zaman rakibimin ilk seçimi yapması taraftarıyımdır. Denk güçte bir takım seçip alacağım potansiyel bir mağlubiyetin üzerimde bırakacağı etkiyi minimuma indirmek için tabii ki. Rakip "Real Madrid" mi oldu? O zaman ben de "Barcelona" olurum. Rakip "Roma" mı? Hmm. O zaman "Arsenal" tadında bir takım almak gerekir. Ama benim Barcelona tercihimin ardından rakibimin "Ben Fiorentina olucam ya seviyorum Fiorentina'yı." demeci, beni derin bir üzüntüye gark eder. Çünkü bu kez alacağım potansiyel mağlubiyet, beni "Yuh lan Barca'yla Fiorentina'ya yenildin." alaylarına maruz bırakacaktır.

Efendim gördüğünüz üzere PES adlı güzide oyunu oynarken, zevk almaktan ziyade başım ağrıyor. "Oynama ulan, ne diye oynuyorsun?" o zaman diyebilirsiniz tabii. Ama inanıyorum ki ben de bir gün harika bir PES oyuncusu olacağım. Rakibim London FC'yi aldığında, "Ben Beşiktaş olucam..." diyecek seviyeye geleceğim. Kanatlara açılmaktan ziyade, defansı çalıma boğup şık bir plaseyle file bekçisini avlayacağım. PES 2010'da gözle görülür bir gelişme kaydettiğime inanıyorum. Asıl 2011'de görüşeceğiz.

s.

Hiç yorum yok: