Fark ettim ki 30 Ağustos Zafer Bayramı gelmiş çatmış. Zaten uzun zamandır öküz gibi oyun oynamaktan yaratıcılık sıkıntısı çeken bendeniz, hemen "Ulan bu günün anlam ve önemine binaen söyleyecek bir şeyler var mı." diye düşünmeye başladım. Bulamadım. Ama başka bir şey buldum. 19 Mayıs'la ilgili acı bir anımı hatırladım bir anda.
Sene 2004. Sekizinci sınıfın sonlarına yaklaşmışız. Bahar ayları. Rapor alacağız hepimiz ki Haziran ayındaki OKS'ye hazırlanabilelim. Biz hiç OKS demezdik lan bu arada, LGS derdik yani. Neyse. İşte o dönemde gördüğümüz "Trafik" adlı ömür törpüsü dersimize girmekle kalmayıp bir de "Beden Eğitimi" dersimize giren pis bir karı vardı şimdi ismi lâzım değil. İşte bu karının birtakım girişimleri sonucunda, biz sınıfça 19 Mayıs için "Gönüllü sınıf" falan gibi bir şey olmuştuk galiba. Bu durumda, sınıftaki kızlar 19 Mayıs'ta İzmir Atatürk Stadyumu'nun kale arkasında "Cumhuriyet yaşasın oley." tadında marşlar okuyacak, biz lavuk erkekler ise açık tribünde karton kaldıracaktık. Gönüllüyüz çok.
Kulağa ne kadar da eğlenceli geliyor. Hep ilgiyle izlerdim "Aaa kartonu çevirdi Atatürk oldu aaaaa." diye. İşte, artık ben de onlardan biri olacaktım! Hevesle başladık bu maceraya. Sabahın köründe okula geldik. Elimize bir çuval karton verdiler. Lan küçücük çocuğuz zaten, boyum kadar elli tane kartonu amele gibi taşıdık otobüse. Otobüste de ayakta yolculuk etmemiz, günün geri kalanı hakkında bir mesaj veriyordu sanki bize. "Bu güzel bir şey değil geri zekalılar." demek istiyordu.
Saat 10.00 civarı, ülkemizin güzide stadyumlarından Atatürk Stadı'nda cumhuriyetin neferleri gençler olarak yerlerimizi aldık. Güneş arkamdan yavaaş yavaş yükseliyor bu esnada. Karşı tribündeki bir adam, elinde mikrofonla bize direktifler veriyor, böyle böyle yapacaksınız diye. Başladık. Adam "Evet gençler, L1!" diyor mesela. Hemen önümüzdeki kartonlardan "Aha L1 nerede lan." diye aramaya başlıyoruz. Bulduktan sonra da kartonumuzu ters çevirip bekliyoruz ikinci direktifi. "Evet çocuklar aşağıdan başlıyoruz yavaş yavaaş 4, 12, 26, 38, 54..." falan diye bir şeyler söylüyor adam. Biz de aşağı sıralardan başlayarak Meksika dalgası tadında "hooop" diye önünü çeviriyoruz kartonların. Ulan bu nedir ya? Biri açıklasın bana bunu. Bu adam neden götünden sayılar uyduruyordu biz kartonları kaldırırken? Bak beş sene geçti hâlâ mantığını kavramış değilim bunun. Neyse efendim başlarda "Heheh eğlenceliymiş." falan diye düşünüyordum. Güzel olacak gibiydi.
Beş saat geçti sonra.
Allah belanızı versin. Saat 16 küsür. Gözlerim dolu dolu. Ensem kara kara. L1'inizi de T2'nizi de alın, hepsi sizin olsun şerefsizler. Ne işimiz var lan bizim burada? Neden! Bıraktım efendim. Sabahın köründe ülkesinin medar-ı iftiharı, cumhuriyet çocuğu Sinan olarak yola çıkan ben; o dakikadan itibaren Atatürk'ün gözünü kaşını yarım bıraktım sinirle. O sırada İzmir'in yerel televizyonlarından birinde bizi izleyen biri olmuşsa, ona sesleniyorum. Hepsi benim yüzümden. "Atatürk" yazısının ü'sünün noktasında bir boşluk olduysa, benim yüzümden. Türkiye haritasının Çorum taraflarında bir eksiklik varsa, benim yüzümden. Hepinizin Zafer Bayramı'nı kutluyorum.
s.
1 yorum:
o zamanki kilonu "bu R2 kartonunun eni kadar vardım" diye çizerek açıklamış oldun :D
Yorum Gönder