31 Aralık 2008 Çarşamba

2009..

27 Aralık 2008 Cumartesi

Anı 5: Sprachdiplom..


Efendim bilenler bilir, bendeniz lise eğitimimi güzide bir lisenin Almanca bölümünde tamamladım. Dost meclislerinde "Ehm abi ikinci yabancı dil istedim, ondan Almanca. İngilizce zaten olur." diye atıp tutsam da, bu eğitimi almamda aynı lisenin İngilizce bölümüne puanımın yetmemesi de önemli bir etken oldu. Neyse.

Ayıptır söylemesi dil konusunda başarılı bir öğrenciydim. Ya da ben öyle sanıyordum. Hazırlık sınıfında biri Alman olmak üzere üç hocamız vardı. Sınıf olarak çoğumuz Almanca'ya "Wie heißt du?" seviyesinden giriş yaptık. "What is your name?" yani. Ehm. Hazırlık sınıfını bol bol yatarak geçirmenin ardından az çok bir şeyler öğrenmiş olarak birinci sınıfa adım attık. Öğrendik ki bu senenin sonunda Almanca yıl sonu notumuz "5" olur ise; ikinci ve üçüncü sınıfta "Sprachdiplom" adlı sertifikayı almak için sınava hazırlanacak, normal sınıftan farklı bir biçimde pratiğe yönelik çalışmalar yapacaktık. İyi kötü bu seneyi de bitirdik, sınıftan 8-9 kişi Almanca'dan "5" aldık, bu sınıfa girmeye hak kazandık.

İki sene boyunca Detlef Bohn adlı Almanca hocamızın önderliğinde yeri geldi sunumlar yaptık, yeri geldi makaleler yazdık, yeri geldi kitaplar okuduk. İki senenin sonunda hemen hepimiz Almanca bilen insanlar gibiydik. Ancak maalesef benim ufak bir sorunum vardı. Evet evet tahmin ettiğiniz gibi, "Anlıyordum ama konuşamıyordum"!

Yazılı sınavlar yapıldı, iyi kötü atlattık. Evet artık sıkıntılı döneme girmiştik. Sözlü sınavlara hazırlanmaya başladık. Şöyle ki; sözlü sınavda, bir adet önceden belirlediğimiz konuyu, bir adet de orada bize söylenecek ve yirmi dakika içerisinde hazırlanacağımız konuyu değerli Alman jürinin karşısında sunacaktık. Kısaca, benim yapamayacağım bir şeydi. Yakın tarihe olan az çok ilgimden ötürü "Berlin Duvarı" konusunu seçtim. Bu aşama takdir edersiniz ki daha kolaydı, metni yazmıştım ve papağan gibi ezberliyordum.

Sınav günü geldi çattı. Çıktım. Hâlen beynime kazılı olan "Berliner Mauer wurde am 13ten August 1961 gebaut.." cümlesiyle başlayan muhteşem şovuma başladım. Anlattım. Sorular sordular, az çok cevapladım. Her ne kadar en son sorulan soruya içimden "Eaah.", dışımdan "Bilmiyorum." diye cevap vermiş olsam da; fena değildi.

Efendim sonra beni arka odaya aldılar. Söylediğim gibi; orada bir konu alacak, bunla ilgili yirmi dakikalık bir hazırlık yapıp yeniden sahne alacaktım. Konum "Vorbilder" idi. İdoller, örnek aldığımız insanlar gibi bir şey. Büyük bir kağıda tablo gibi bir şeyler yapmam gerekiyordu, oklar çıkaracaktım falan. Almanca namına pek bir şey sergileyemeyeceğimi bildiğimden olsa gerek, renkli renkli cıvıl cıvıl bir kağıt hazırladım. Sanırsın yetenek sınavına gireceğim. 6-7 dakika bununla geçti, geri kalan dakikalarda da saçma sapan notlar alıp güya hazırlık yaptım. 

Çıktım.

Elim ayağım titriyor efendim. Almanlar bana bakıyor, ben onlara bakıyorum. "Ehm.. Vorbilder sind.. Gut.. Wir haben.. Vorbilder.. Eöö.." diye saçmalıyorum. Sağ tarafımda bir adam elinde Laptop ile bir şeyler yapıyor, sabaha kadar sunsam dönüp bakmayacak. Diğerleri gözümün içine bakmış beni dinliyorlar. Saçmalıyorum. Mesut Yılmaz tadı yakalıyorum. Bir andan sonra saçmalamaya bile mecalim kalmıyor, işte o anda hâlden anlamış olacaklar ki sorular sormaya başlıyorlar. "Senin de örnek aldığın insanlar var mı?" diyorlar. Çiziyorum miziyorum diyorum. Karikatüristleri örnek alıyorum diyorum. Bu iki cümleyi yirmi saniye içerisinde söylemem de en büyük sorun.

Bana ayrılmış on dakikanın sonuna geldiğimizde, bedenim jürinin karşısında olsa bile, ruhum çoktan bu diyarlardan göçüp gitmiş idi. Bir iki ay geçti. Sonuçlar geldi. Alamamışım diplomayı. Sözlü sınavdan çok düşük almışım. Falan. Evet. Ama olsun. Sonuçta ikinci bir dil öğrendik, İngilizce her yerde öğrenilir lan! Zaten olur lan! Sinirlendirmeyin beni!

s.

26 Aralık 2008 Cuma

Kar..


Kar diye bir şey varmış, evet. 

Ben ise ölmedim, yaşıyorum. 

Yakında dolacak buralar. Güzel şeyler olacak.

Valla bak.

Esen kalın.

s.

Not: O değil de, yukarıdaki çizim fazla "sevimli" olmuş lan. Çocuk kitaplarından fırlamış gibi. Neyse. Kar yağdı, mutluyuz.

9 Aralık 2008 Salı

Facebook: Part III..


6 Aralık 2008 tarihinde başlamış "Facebook" üçlemesinin son halkasına gelmiş bulunmaktayız. Bundan önceki iki yazı daha planlı programlı idi. Kullanıcılar, gruplar, yorumlar... Bugün ise; aklıma gelen, belirtmeden geçemeyeceğim iki şeyden kısa kısa bahsedip şöyle güzelce bir toparlama yazısıyla bitireyim diyorum. Şu an dedim bunu içimden hatta.

"Status Updates": Boku en fazla çıkarılmış özelliklerden biri olsa gerek. Bu özellik sayesinde değerli arkadaşlarımızın ruhsal durumları olsun, o anki faaliyetleri olsun, her şeylerini çok lazımmış gibi öğrenebiliyoruz. Kızımız Ceren çok üzgün. Bunu hemen bizimle paylaşıyor. "Ceren is very sad...", "Ceren is ...", "Ceren is karmasik", "Ceren is -birtakım ingilizce depresif şarkı sözleri-" gibi değişik yollarla bunu belirtebiliyor. Yeni eklenmiş bir özellikle, artık bu güncellemelere yorum yapabiliyoruz! Ceren üzgün mü? Artık "Kuzucmm neyn var :((", "Üzülme bebeem gçick . . ." şeklinde Ceren'in derdine derman olabiliyor, acısını paylaşabiliyoruz. 

"Relationship Status": Fantastik bir kısım daha. Kızımız Ceren kendine yeni bir sevgili buldu, çok mutlu. Durumunu "Ceren is -mutlu aşk şarkıları-" olarak güncelledikten sonra ilk yaptığı şey tabii ki ilişki durumunu "Married" olarak güncellemek. Neden? Çünkü Ceren ve yeni sevgilisinin aşkları çok büyük, çok kutsal. "Bakın." diyorlar, "Bakın bizim aşkımız o kadar yüce ki, adeta iki hayat arkadaşıyız."

Ama o da ne? İki gün sonra Ceren ve sevgilisi cep telefonlarıyla ya da messenger vasıtasıyla yaşadıkları hararetli bir tartışma sonucu ilişkilerini çıkmaza sokuyorlar. Ceren açıyor Facebook'u. İlişki durumu artık "It is Complicated". Eğer ki kavga şiddetli ve büyük harflerle yazılarak yaşandıysa "Single" bile olabilir. Buhranlı günler geçiriyor Ceren. 

İki gün sonra olan oluyor, Ceren sevgilisiyle mesajlaşıyor. "Yeniden deneyelim." diyor. "Bu kadar basit değil hiçbir şey." diyor. Genç çift, görkemli bir nikâhla yeniden dünya evine giriyorlar: "Ceren is Married". Artık yine birbirlerinin fotoğraflarının altına "Çk tatlı olmuş =)" yazabilecekler. Bir yastıkta kocayın Ceren ve sevgilisi.

Evet. Bitti. Aklıma gelmemiş, unuttuğum, bahsetmediğim bir sürü şey vardır eminim. Ama tadında bırakmak lâzım, baymamak gerek bir yerden sonra. Ben bu siteyi seviyorum arkadaş. Üç yazıdır kullanıcılarına bok ata ata bir hâl olduk ama bakmayın siz. Şimdi yazıyı bitirdim. Çizimlerini yapacağım. Sonra da bir Facebook'a girerim. Sağ altta turuncu turuncu "1 New Notification" yazısını görürüm. Hevesle basarım üstüne. "Ceren challenged you to a movie quiz" yazısını görürüm, hevesim kaçar; ne bekliyorsam onun yerine. Mal gibi yaşıyoruz efendim. Görüşmek üzere. Esen kalın.

s.

8 Aralık 2008 Pazartesi

Facebook: Part II..


İlk yazıda kullanıcı kitlesinden, fotoğraf altı yorumlardan bahsetmişiz. Şimdi ne yapsak. Gruplara, "Application" olarak benimsediğimiz uygulamalara falan değinelim bakalım.

Öncelikle gruplar. Bu grup furyası birtakım kutsal gayeler uğruna "bir milyon adam bulma" sevdasıyla başladı sanıyorum. Herkes grubuna bir milyon üyenin katılması için mânâsız bir savaş vermekteydi. "İdDiA eDiYoRuM 64l4t4s4r4y'dAn NeFReT EdEn Bir MiLyOn kİşi BuluRuM..", "PKK TERORUNE SON!! GELİN CANLAR BİR MİLYON OLALİM ARKADASİNİ DAVET ETMEYEN GELMESİN!!!", "HEpİMiz ATATürK REsMi KOYUyoruZ HAdi!!!" gibi binlerce türevini bulabileceğimiz korkunç gruplar açıldı. Bu arkadaşların hemen hiçbiri bir milyon olmadı, olamadı. Hâlâ çabalayanlar var. 

Bir de grup açma işi herkesin yapabileceği özgür bir olay olduğundan dolayı, fazla "yerel" gruplar da açıldı haliyle. Son zamanlarda çok fazla türedi böyleleri. Nedir bunlar. Misal "Arda yarn snıfa gözLüksüz geLsn diyenLer :)))))", "MuRat HoCA ödev vrmsin DiynLer ;:):):9:)9" gibisinden birtakım "diyenler" çıktı ortaya. Burada kendimi de taşlayabilirim. Ben de "Sinvegur.." diye bir grup açmış bulundum evet. Şu anda bu grubun 94 üyesi var. Sanırım 90 tanesi benim arkadaşım. Kısacası amaçsız bir oluşum. Ama olsun. Arada üyelere toplu mesaj atıp eğleniyorum falan. Kötü bir niyetim yok benim. Ehm neyse.

Grup işi böyle. Bir şeyler "isteyenler", bir şeyler "diyenler", bir şeyler "sevenler" falan işte. Bir de uygulamalar var. Application. Bunlar gruplara göre daha faydalı şeyler. Çok şahane oyunlar var misal. "Playfish"ten bahsettim daha önce hatırlayabileceğiniz gibi. Tabii burada "fayda"dan kastımın "başında mal gibi saatler geçirebilme" olması da çok acı. Neyse. Bu kısımda da kullanıcıya verilmiş bir "Kendi uygulamanı kendin yap." fırsatı var. Tabii ki bu fırsatı kaçırmayan kullanıcılarımız da "Hangi içkisin?", "PROFILINE KIM BAKMIS OGREN!", "ÖnCeki HayatInda NeyDin :))", "MeLekmisin ŞeyTanmı ;)" gibisinden "Hey Girl!" tadında  fantastik uygulamalar icat etmişler. Ederler tabii. Valla "kamunun" eline böyle siteleri teslim etmemek lâzım görüldüğü gibi. Hele ki bu tarz sanal ortamlarda. Aslında kamunun değil de sadece Türklerin elinden alsak bu şansı, biraz rahatlayacağız; hem biz, hem internet. 

Eh toparlayalım artık. Gruplar ve de uygulamalar böyle. Facebook bize bırakmış bu konuların yönetimini, alın oynayın demiş. Fazlasıyla oynuyoruz görüldüğü gibi. O değil de neden böyle Levent Kırca tadında yazmaya başladım ki ben şimdi? Şunun şurasında bir internet sitesinden bahsediyoruz lan. Böyle toplumsal taşlamalar yapıyorum falan. Sabah sabah sapıttık işte kusura bakmayın, "Part III"te görüşmek üzere.

s.

6 Aralık 2008 Cumartesi

Facebook: Part I..


Aralık ayına bilgisayar temalı bir yazıyla girmişken, bir internet sitesiyle devam etmek istiyorum. Tek bir yazıyla bitiremeyeceğim bir siteyle. Tarayıcımızı açtığımızda şuursuzca adres satırına yazdığımız bir siteyle. Facebook işte, sen de biliyorsun, sen de giriyorsun. Dokuz günlük tatili, ev ortamının verdiği rahatlığı ve gazı kullanarak böyle bir "yazı dizisi" tribine giriyorum ama dur bakalım sonumuz ne olacak. Birkaç farklı başlıkta birkaç farklı yönden incelemeye çalışacağım bu siteyi. Ama öncelikle genel bir girizgah yapalım. 

Efendim ne yiğitler gördüm, "Ben Facebook'a girmem." diyen; ne yağız delikanlılar gördüm, "Yonja gibi bir şey abi işim olmaz." diye buyuran. Şimdi hepsi bu diyarlarda, hepsi birbirlerini dürtüp "Arda is karmasik...." gibi şeyler yazıyorlar "durumlarının" altına. Bu sitenin ilk popüler olduğu zamanları hatırlayalım. Olay "Abi ilkokul arkadaşlarını buluyormuşsun."dan ibaret idi. Tabii ki internetteki en ufak bir anketi bile ıskalamayan vatandaşlarımız bu büyük fırsatı kaçırmadı, bir bir üyeler artmaya başladı. Biz de olduk üye. Eksik kalmadık.

O zamanlardan bu zamana bir yıldan fazla zaman geçti. Artık "Eski arkadaşlarımızı bulalım." sitesi gitti; yerine "Sıçmaya giderken bile arkadaşlarımızı gerek görsel gerek işitsel yollardan haberdar etmeliyiz." sitesi geldi. Herkes birbirini buldu zira. İş çığrından çıktı. Herkes akın etti siteye. Haliyle de çok çeşitli insanları inceleme fırsatımız doğdu.

Şimdi öncelikle; sürekli birbirlerine teşekkür eden, sürekli birbirlerinin ne kadar harika insanlar olduklarını vurgulayıp aralarındaki "kardeşlik" müessesesinin kutsallığından dem vuran bir güruh var. Bu türü genellikle fotoğraf altlarındaki yorumlarından ayırt ediyoruz. Bu türün temsilcileri genelde güzel bir dil kullanmıyor ne yazık ki. Hemen bir örnekle açıklayalım. Bir fotoğraf var. Fotoğrafımızda bu "kardeş"lerden biri masada oturuyor. Önünde ise fantastik bir içki var. Bira gibi basit bir şey değil. Johnny Walker, Absolut Vanilia, J&B gibi alternatifler olabilir. Arkadaşımız da muhtemelen cep telefonunun objektifine "Nasıl içmişim, hı?" dercesine haşin bir bakış atmış. Ardından gelsin yorumlar. "Krdsm 10 numarasn heLaL :DddD", "Wayy yaksr kardsme ;p:d.d.dd", "ARda ck tatLi olms kardsm :))".. Bu noktada cinsiyet ayrımı yok. Kız erkek karışık bir övme hali var. Esas adamımız Arda da her gelen yoruma usanmadan "Eywllh kardsm sen d 10 numarsn ;)" gibisinden övgü dolu karşılıklar veriyor. Böylece bu harika ego tatmin şenlikleri sürüp gidiyor.

Bir diğer dikkatimi çeken insan topluluğu ise "edebi" ergen kızlar. Bunlar da birbirlerinin siyah beyaz, sağdan soldan çeşitli açılarla çekilerek sanat değeri almış fotoğraflarına sadece birbirlerinin anlayabileceği bir üslupla, türlü göndermeler yaparak karşılık veriyorlar. Kızımızın adı Ceren olsun. Fotoğrafta da kendisi sağa sola bir yerlere bakıyor. Hemen ardından bizim edebi ergen bol ünlem işaretli, düzgün gibi Türkçeli, devrik cümleli yorumu yapıştırıyor: "Kadın! Belki aşarız dağları, gideriz belki sarı kulübeli şehre! Gelirim, öperim elbisenin askısını! Var mısın!".. Eveet. Biz bu yoruma bakıyoruz ve hiçbir bok anlamıyoruz. Neden "kadın", hangi dağlar, ne sarı kulübesi, elbisenin askısı niye falan. Bilmiyoruz. Sadece bu iki gizemli "kadın"ın büyüleyici düellosuna tanık oluyoruz. Cevap gecikmiyor. "Varım be. Kahpe! Gidelim, çıkalım dağlara, kulübede kestane yiyelim! Evet kadın gidelim ne olursun!".. En az yorumun kendisi kadar gaz bir cevap geldi bizim kadın'dan. "Kahpe" falan diyor bunlar birbirlerine. Marjinal bunlar. Biz izliyoruz.

Bu kadarla sınırlı değil tabii. Güzel ülkemizin dört bir yanından insanlar var sonuçta burada, milyon tane farklı "tür" incelenebilir. Ben sadece dikkatimi çeken iki tanesini örnek verdim. Ha şimdi bu kadar ahkâm kesmiş bulundum, gelip de bana "Sen nesin lan dallama." diyebilirsiniz tabii. Bir şey diyemem. Bende de var hafif geri zekalılık, inkar etmiyorum zaten. Oturuyorum bir buçuk saat manasız bir coğrafya oyunu oynuyorum mesela Facebook'ta. Oyunda iyi puan alayım diye ülke haritalarını, bayraklarını falan inceliyorum ara sıra tıpkı bir malmışçasına. Buradan "Ergen kızlar bik bik bik." demek kolay tabii, insan kendisine objektif bakamıyor. Eheh. Neyse efendim bir sonraki yazımda da biraz gruplardan, oyunlardan, "page"lerden falan bahsederim. Belki de bahsetmem. Hiç belli olmaz. Esen kalın.

s.

1 Aralık 2008 Pazartesi

Bilgisayar..


Bilgisayar serüvenim ne zaman başladı emin değilim. Ama internet kafelerde başladığını hatırlıyorum. Fifa 99 oynuyordum ama bak, yeni çıkmıştı, demek ki o yıllarda olsa gerek. Neyse efendim o zamanlar internetle pek aram yoktu. Gider Counter-Strike, Fifa, Championship Manager gibi oyunlar oynardım. O zamanlar bilgisayar evde bir lükstü sanırım. Herkes bilgisayar sahibi değildi. Yıllar geçti, bir şeyler oldu; bilgisayar doğal bir ev eşyası haline geldi maalesef. Keşke gelmeseydi. 

İlk zamanlar internet yoktu. Mal gibi Paint'te resimler çizer, aptal oyunlarımı oynamaya devam ederdim. Sonra internet geldi. Keşke gelmeseydi.

Efendim mal gibi bir hayat sürüyorum. Bilgisayarı açıyorum. Facebook'a giriyorum. Oradan Ntvmsnbc açıyorum. Sonra Ekşi Sözlük falan derken akşamı ediyorum. İzmir'deyken annem yemeğe çağırıyor. Gitmiyorum. Tepsiyi alıyorum, bilgisayarın başına dönüyorum. Sanırsın dünyayı kurtarıyorum orada. Muhtemelen MSN'de birileriyle trans halinde konuşup geri zekalı gibi sırıtıyorumdur "Ikhhıheıhae" diye burnumdan sesler çıkararak. Ya da Facebook'u açmış mal gibi fotoğraflara bakıp insanların "Berke is üZqühnn..." gibi iletilerine bakıyoumdur boş gözlerle."Playfish" adlı oyun yapan bir kuruluş var Facebook'ta. Bu insanların yaptıkları "Who Has The Biggest Brain?" ve "Geo Challange" adlı oyunlar adeta ömrümden bir ömür götürdü. Hayatın gerçeklerini, doğal ihtiyaçlarımı unutturdular bana. ÖSS'de üç beş puan daha fazla alamadıysam, Playfish'tir bunun sorumlusu. İki gün sonra Midterm'im var. Bildiğin vize işte. Ben ne yapıyorum? Facebook'tan fotoğraf bakıyor, "You won 1.000.000.000.000.000 $ in British Lottery!!!" gibi aptal mailleri her niyeyse okuyorum büyük bir ciddiyetle, geri zekalı oluyorum gün geçtikçe ama dur bakalım.
Şikayet kutusu gibi oldu ama, bu satırları takip eden siz değerli okurların da büyük bir kısmının az sonra Facebook'a girip onu bunu dürteceğini biliyorum. Yapacaksınız bunu. Evet.
s.